Dilemişim olmuş, Ne mutlu bana..

05 Temmuz 2010 tarihinde Bekarın Evi konulu bir yazı yazmışım blogda. Bugün şöyle bir bakınırken orada bir paragraf dikkatimi çekti, neler istemişim, hangileri gerçekleşmiş diye bakalım istedim.


Kırmızı yazılanlar o günkü düşüncelerim, beyaz olanlar yorumlarım.


Şöyle diyorum, çift kişilik ekstra ortopedik yatağımda bir güzelim olsa arada. Oldu valla :)
Yastığımıza dökülen saçlarını toplasam keyifle,  yastığımıza daha çok benim saçlarım dökülüyor, o yüzden pek keyifle toplamıyorum ama bu da gerçekleşmiş :)
saçma filmleri onun dizinde yatarken izlesem, onun sevdiği filmler beni sarmıyo benimkiler onu, ama ses çıkarmıyoruz birbirimize. ya Casablanca'da sevilmez mi bitanem ama. Neyse bu da olmuş, onun dizinde uzanıp bir sürü film izledim şimdiden :)
arada sırada yemekleri o yapsa, iğrençde olsa yemek zorunda hissetsem. pazar kahvaltımıza pişi yaptı mesela, çok severek yedim :)
Ortak tanıdıklarımız olmasa, sadece kendimizden konuşsak, evet cidden hiç ortak tanışımız yok ama yakında birbirimizin şeceresini çıkarabilecek seviyeye ulaşacağız :)
 o anlatırken ben uyuyakalsam, öperek uyandırıp yatağımıza çağırsa..  o anlatırken uyuyakalırsam beni yatağa filan çağırmaz öldürüüür. şaka bir yana birtanemi dinlemek öyle keyifli ki uyuyamam herhalde :)
Sonra kaçırsa uykumu, sabaha kadar konuşsak (!) buraya sırıtan bir surat koymam lazım. uyku da ne ki yanımda sevgilim varken :)

Olmayacağını bile bile kurduğum hayaller tek mutluluk kaynağım. Çok ümitsizmişim o zamanlar demek ki. Oysa olabiliyormuş, ben yaptım, oldu :)

Uykucu ve tembel karakterimi ayaklar altında ezmeye hazırım hayalimdeki O'nun için. kendi işlerimde hala tembelim ama birtanemin geyşasıyım. ne demişler kadın dediğin... neyse siz anladınız onu :)
Ama kim ulaşabilmiş bu hayale ki ben ulaşabileyim. Çaba harcayınca oluyormuş ama şans da önemli tabi, tüm yalnız blogdaşlarım için 2011 yılında güzel bir ilişki diliyorum Allahtan :) Siz de mutlu olun kuzularım, mutlu edin sevdiklerinizi.

Bi tarafları örtmek lazım, açık kalınca kötü oluyooo..


Önce hangi  bankaya vekalet versem diye uzun uzun düşündüm. Sonra yakın arkadaşımın çalıştığı bankaya vereyim de bir iyiliğim dokunsun, belki prim filan verirler dedim. Noterden kağıtları imzaladık. Onlar işlemleri tamamlarken ben internette alacağım evin hangi muhitte olması gerektiğine karar veriyordum. Bir tane beğendim ama tek başına yaşayacak biri için fazla büyük gibi geldi, emin olamadım. Sonra aylardır önünden geçerken kafamı çevirmemek için bilinçli olarak çaba harcadığım galeriye gidip Q7 leri şöyle bir inceledim. Karar veremedim, daha iyisini bulurum belki diye araba konusunda birkaç gün düşünmeye karar verdim. 
Ardından çalıştığım işyerini parayı bastırıp satın aldım, kıymetli patronumu ve gıcık olduğum 2 elemanı işten çıkardım. 
Yurtkura ufak bir borç sebebiyle başımı ağrıttıkları için sitem ederek var olan tüm borçlarımı ödedim. Başka kimseye borcum olmadığı için kalan parayla kime ne hediye etsem diye düşündüm.
Babama birkaç yüzbin harçlık gönderdim, abime uygun fiyatlılardan bir araba aldım. Ablama memlekette güzel bir ev alıp içini full döşemeye karar verdim. Tabi önce biran evvel yurtdışından temelli dönmeleri şartını koştum. Belki enişteme bir işyeri bile açabilirim dedim. Yeğenlerimin okul masrafları için bir hesap açtırdım isimlerine. Kreşten üniversiteye kadar herşeylerini karşılayacağıma söz verdim. Ablama alacağım evin yanıbaşında kendime de bir ev almalıyım dedim, yeğenlerimi özlerim ne de olsa. Hatta annemlere de alsam diye düşündüm. Sonra vazgeçtim yeni ev almaktan, güzel bir arsa alayım, 4 adet villa dikeriz babamla. Ne de olsa bunca yılın müteahhiti, ona da iş olur vakit geçirir filan.
Sevgilime de bir araba alsam dedim, şöyle kırmızı kurdelalarla süsleyip kapısına bıraktırır, romantik bir ortam oluştururum filan. Ama annesine nasıl açıklarız onu bilemedim. Neyse çok da önemli değil, istediğini düşünebilir.
Biraz da çocuk esirgeme kurumu, şehrimin fakirleri, okul filan yaptırdım mı, kafam da rahat olur. Kazandığım paranın sadakasını vermiş olurum filan. Aslında okuduğum güzide fen lisesine bağış yapıp adımı mı koydursam? Yok ya gıcık oluyorum zaten müdürüne. Vazgeçtim. 
Kalan para banka hesabında güzel güzel nemalansın, olur da işler iyi gitmez filan, geleceği garantiye almak lazım değil mi?
Araba konusunda kararımı verdim bu arada, Q7 yetmedi, Porsche Cayenne almaya karar verdim, konsolu daha güzel geldi. Bir tane de küçük araba alayım, her yere bununla gidilmez diye düşünüyorum. E biraz sonradan görmelik olacak. 
Ev konusunda da Cennet Villarının ordan almaktan vazgeçtim. Bornova Forumun trafiği çok yoğun, insanı sinir ediyor. Profesörler sitesinde hem sakin bir yerde hem ısıtmalı havuzlu hemde aşırı büyük olmayan bir evcik beğendim. Sahibiyle buluşup hemen işlemleri halledeceğiz. 
Kısa zamanda herşeyi hallettim gibi geliyor. Acaba unuttuğum birşey var mı?

Bir ses geliyor kulağıma, ne olabilir ki? Allah Allah.. Ne oluyor, bu da ne?
Ama, yok canım olamaz.. Burda olamam. Daha ev sahibiyle buluşacaktım, sonra dekorasyon firması filan. Bu tavan, bu yatak, bu alarm sesi.. Nayır, nayır nolamaaaaaazzzzzz....
Ama ben büyük ikramiyeyi kazanmıştım. Battaniyem nerede, yine mi üstüm açık kalmış..
Off sevgilim.. Nerdesin? Sen yanımda olsaydın örterdin gece üstümü. Böyle rüyalar görmezdim..
Neyse bari bir bilet alayım, belki bu rüya bir işarettir. Umudumuzu korumak lazım.. Çeyrek bilet kaç paraydı acaba?

İnsanların Hayatlarına Karışma



İnsanların Hayatlarına Karışma
İnsanların Hayatlarına Karışma
İnsanların Hayatlarına Karışma
İnsanların Hayatlarına Karışma
İnsanların Hayatlarına Karışma
İnsanların Hayatlarına Karışma
İnsanların Hayatlarına Karışma
İnsanların Hayatlarına Karışma
İnsanların Hayatlarına Karışma
İnsanların Hayatlarına Karışma
İnsanların Hayatlarına Karışma
İnsanların Hayatlarına Karışma
İnsanların Hayatlarına Karışma
İnsanların Hayatlarına Karışma
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.

.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.



İnsanların Hayatlarına Karışma

Son 2 gündür kendimle konuşmalarımın tek sonucu.

İzmir'de Kar İçimde Yangın

Ben & Sevgilim

Sanırım en son 2004 yılında kar görmüştük İzmir'de. Bu senede havalar sanki hiç kış gelmeyecek gibi devam ediyordu ama aniden planlar değişiverdi. Kapıcının kollarına sağlık, kürek kürek kömür atıyor kalorifer kazanına da ondan mı hissetmiyordum bilmiyorum ama cumartesi sabahı dışarı çıktığımda yüzüme değecek soğuğu tahmin edememiştim.  İzmir'in dağlarında çiçekler beyaz karların altında kalmış, soğuğu her tarafı buz kesmişti. 

İş çıkışında sevgilimi aldım, elinde bir demet nergis, beni bekliyordu yol kenarında. Çok severim nergisi. Hem doğallığı bozulmamış, tüketim kurbanı olmamış bir çiçek, hemde gerçekten kokusu muhteşem.  Sanırım onlarca çiçek çeşidi içerisinden bana nergis alan bir sevgilim olduğu için ayrıca mutlu olmalıyım.

Pazar günü evden erken çıkmamız gerekti benim bir işim yüzünden. Sonra güzel bir  kahvaltı yaptık karlı yollardan gittiğimiz bir köyde. Dönüşte canımız eve girmek istemedi. Ne yapsak, nerelere gitsek diye düşünürken sevgilimin annesini de alıp (muhterem kayınvalidem mi denir ona?) onların köylerine gitmeye karar verdik. İzmir'e muhteşem bir yerden bakan, karla kaplı, çok şirin bir yere vardık. Türk kahvemizi içip köyde dolaştık, bol bol fotoğraf çektik. Karların içinde yuvarlandık. Onu orada karların içinde yatarken, buz kesmiş dudaklarından öpmemek için kendimi zor tuttum bir çok kez. Yalnız olsam iliklerime kadar donacağım bir havada güneşi tenimde hissettim. 

Ardından alışverişe gittik. Uzun zamandır ikea'dan almam gereken 2 eşya vardı ama erteliyordum dolaşmak zor geldiği için. Malum ikea insanı sinir edecek kadar büyük bir mağaza ve ben tembelim :) Ne alacağımı bilerek gittiğimiz halde ikisinden de stoklarda kalmadığı için birşey almadan çıkmış olduk. Aslında sevgilim olmasaydı annesiyle birlikte kesin uzun süre kalırdık ama çok yavaş geziyormuşuz diye kızıp durdu bize. Hiçbişeye bakamadım onu kızdırmamak için. 

Anneciğini evine bırakıp keyfe devam etmek için sıcacık evimize döndük. Benim ailemle telefon görüşmelerim, onun işleriyle ilgili halletmesi gerekenler filan derken vakit geçiverdi. Zaten onun yanındayken zaman nasıl bu kadar hızlı doluyor anlamıyorum. Gündüz karda fazla tepindiğimizden mi bilmem uykum geldi erkenden. Tabi uyutmadılar ama neyse, feda olsun uykularım sevdiğime :)

Özetlersek, çok güzel bir haftasonuydu benim için. Çok eğlendim, çok mutlu oldum. Yukarıdaki resimde de bilfiil görülebileceği üzere, ayağına bastım, hakimiyeti ele geçirdim. 


2010 Analizim


Sevgili Serhat ve bad-ı saba sağolsun 2010 yılının benim açımdan nasıl geçtiğini değerlendirmemi istemişler. Bende sözlerini emir telakki ediyor ve hemen uygulamaya geçiyorum. Bu kadar merak eden olunca yazmadan olmaz :)

2010'da en mutlu olduğun şey nedir?
Sanırım yalnız olmadığımı görmem oldu. İnsanların beni sevdiğini ve gerçekten değer verdiklerini gördüm bu yıl. Üzüldüğümde  beni mutlu etmek için bir çok insan vardı çevremde. Ve ayrıcaaaa, sevgilim başıma gelen en güzel şey diyebilirim. 


2010 senin için nasıl bir seneydi?
Aslı saplantımdan kurtulduğum için bu seneyi hep iyi anacağım. Ama öküz gibi sağlam olduğumu düşündüğüm günlerde yaşadığım hastalık bana iyi bir ders oldu. Son 3 ayda çok şey yaşadım. Hayata bakışım değişti. Olumlu bir insan oldum. Eşcinselliğimi sanal dünyaya açtım ilk defa bu sene. Blog dünyasına dahil oldum. 


2010'a nasıl girmiştin?2011'e nasıl gireceksin?
Yanlış hatırlamıyorsam Aslı ve kızıyla girmiştim 2010 yılına. Hala birşeyler paylaşabildiğimiz zamanlardı. Güzeldi. 2011 için bir planım yok. Elbette sevgilimle girmek istiyorum ama onun da ailesi ile planları vardı önceden yapılmış. Artık duruma göre değerlendireceğim. Ama nasıl girdiğime çok da önem vermiyorum. Önemli olan sevildiğimi ve sevdiğimi hissederek girebilmek.

2010'da yapmayı çok istediğin yaptığın/yapamadığın 5 şey nedir?

Yaptıklarım
1. Uzun zamandır okumadığım kadar kitap okudum, film izledim.
2. Gezdim, bol bol gezdim. Güzel yerler gördüm.
3. Beni seven bir sevgilim oldu.
4. Yetim kalmış kuzenlerime sahip çıktım. O minicik, babasını hiç tanıyamayacak yavruyu bol bol sevdim. Onları mutlu etmek için uğraştım.
5. Hastalık sayesinde de olsa zayıfladım :)

Yapamadıklarım
1. Kendi işimi kurup burdan kurtulmak istiyordum ama olmadı.
2. Kemoterapiye henüz (!) başlayamadım.
3. Ailemle yeterince ilgilenemedim. Onlara layık bir evlat olamadım.
4. Hayatımı programlı yaşama hayalimi gerçekleştiremedim. Hala günü birlik planlar yapıyorum ne yazık ki.
5. İnsanların beni kullanmasına hala izin veriyorum. Bu huyumdan da kurtulmam gerek ama hadi bakalım. İnşallah 2011'de.


Geçmişi değerlendirme şansı verdiği için bad-ı saba ve serhat'a teşekkür ediyor, merakla takip ettiğim blog arkadaşlarımdan henüz bu mimi doldurmamış  crazywomenrosemary'e burdan selam gönderiyorum. Hadi bakalım sıra sende. 

Düşünmeden Yaşamak


Son zamanlarda hep mutluluğumdan bahsediyorum çünkü hayatta beni üzen şeyleri düşünmekten kaçıyorum. Beni üzecek konuşmalar yapacağını bildiğim insanların aramalarına bile çıkmıyorum. Düşünmezsem yokmuş gibi oluyor, rahat olabiliyorum. Ama düşünmeye başladıkça içimi saran korkunun haddi hesabı yok. 

Ameliyat sonrası ilk sonuçlarımın temiz çıktığını söylemiş, sevincimi ilk fırsatta sizlerle paylaşmıştım. Fakat patoloji sonuçlarım o kadar da iç açıcı değildi. Yolun başında teşhis edilmiş ve ameliyatla temizlenmiş olsa da ne yazık ki vücudumda kanserli hücreye rastlandı. Doktorlarım kemoterapi görmem gerektiğini söylüyorlar. İstersem hayatıma dair bir risk alıp tedavi görmeden, kısa süreli takiplerle herhangi bir metastaz (bulaşma) olup olmadığını denetleyerek de hayatıma devam edebilirmişim. Ama bu gerçekten tehlikeli sonuçlar doğurabilirmiş vs vs..

İnsana alternatif sunulunca tabiki hemen reddediyor tedaviyi. Yakın takiple üstesinden geleceğini düşünüyor. Kemoterapi çok zor bir süreç, insanı bedenen de , ruhen de çok yıpratıyor. Bir bayan için en büyük zorluğu bir daha çocuk sahibi olma ihtimalini neredeyse sıfırlaması. Her ne kadar kendimi eşcinsel olarak tanımlasam da çocuk sahibi olmak, kendi kanımdan, kendi yavrumu sevmek, onun büyümesini, hayata tutunmasını izlemek en büyük hayalimdi diyebilirim. Ama artık böyle bir hayal kurmam bile imkansız. İşin ucunda ailem var, sevdiklerim var. Ben doğmamış, doğup doğmayacağı bile belli olmayan bir bebeğin hayata tutunmasını izlemek için kendi hayatımı riske atmayı düşünürken, başkalarının evladı olduğumu unutuveriyorum. Oysa onlar, onlar öyle yıpranıyorlar ki bu süreçte. 

Bana yansıtmamak için çok çaba sarfetselerde, seslerinin tonundan anlıyorum içlerindeki acıyı ve korkuyu. Ben düşünmemek için binbir yola başvurup kafamdan dertlerimi atsam da onlar düşünmeden edemiyorlar. Küçük yavrularının acı çekmesi düşüncesi bile onları benim çekeceğim tüm acılardan daha fazla yoruyor.

Aslında bugün de düşünmüyordum bunları. Düşünmemek için işyerinde boş boş otururken dizi izlemeye karar vermiştim. Ama yanlış diziyi seçmişim. "The Big C"  Laura Linney'in oynadığı hem dram hemde komedi olarak nitelendirilebilecek bir dizi. Sezon finali yayınlanalı çok oldu ama izlemeye korkuyordum. Çünkü dizi adında ki "C" = kanser. 

Diziyi izlemeye henüz "öküz gibi sağlam" olduğumu düşündüğüm dönemlerde başlamıştım. Ama üzerinden çok geçmeden aynı derde mübtela olunca daha bir kıymetlenmişti gözümde. Orta yaşlı bir öğretmen olan Cathy kendisine kanser teşhisi konulunca hayatını biraz değiştirmeye karar veriyor ve bu kötü durumdan iyi birşeyler çıkarmaya karar veriyor. Önce kimseye söylemiyor hastalığını. Ağabeyine, oğluna hatta kocasına bile. Sürekli sizi gülümseten bir modda devam ediyor dizi genel olarak. 

Ta ki sezon finaline kadar. Aslında sezon finali de çok neşeli devam ediyor ama son sahnelerinde Cathy, önceden yan etkilerinden ve risklerinden dolayı almak istemediği bir tedaviyi sevdikleri için almaya karar verene kadar. İşte o an, ekranda ağlayan bir evlat, işyerinde bilgisayar başında salya sümük ağlayan bir Sena.. İşte o an, gerçekten o an, sevdikleri için tedavi olmaya karar veren Sena.

Neyse, biraz uzun oldu bu yazı. Kusuruma bakmayın. Bir daha kötü şeyler yazmayacağıma kendime söz vermiştim ama düşüncelerimi en rahat paylaştığım yer burası. O yüzden kusuruma bakmayın.


Edit: Diziyi bu kadar övdükten sonra hakkında bilgi vermeden olmaz. Ama şuan kendim yazabilecek psikolojide olmadığım için 22dakika.org dan faydalanabilirsiniz.
İzlemek içinde yabancidiziizle.com tavsiye edilir.

O iki kelime ve huzur

Bir ilişkinin başlangıç aşamaları insanı başka herşeyden soyutlayan bir psikoloji sağlıyor çoğumuz için. Bende bunu ilk defa yaşamıyorum ama daha önce yaşadıklarımda bu kadar zevk aldığımı da hatırlamıyorum. Onun yanındayken dertsiz, tasasız birine dönüşüveriyorum. Onun yanında olmadığım zamanlarda hayat hala zorlayabiliyor ama olsun, artık daha az umursuyorum. Çevremdeki insanlar eskiden aksi, sinirli biri olduğumu söylüyorlar. Şimdi daha mutlu ve neşe saçan biriymişim, daha güleryüzlüymüşüm. Onlar bendeki değişimi yaşadığım sağlık problemlerine veriyorlar. Ölümden dönünce insan hayata daha da sarılıyor demek ki diyorlar. Evet, haksız sayılmazlar ama asıl sebebi sadece sevgilim biliyor. Onun verdiği huzur beni hiç olmadığım kadar ılımlı bir insan haline getirdi. 

Ne kadar kısa zamanda bu aşamaya geldiğimizi söylemekten korkuyorum açıkçası. Hem nazar değdirmenizden hem de çok hızlı gittiğini söylemeniz ihtimalinden tedirginim. Oysa ben düşünmüyorum hiçbirşeyi. Şuan mutluyum, sevgilim de mutlu. Hızlıymışız, yavaşmışız, öyleymişiz, böyleymişiz hiçbiri umurumuzda değil. Duygularımızın getirdiği noktadayız, ne kadar istiyorsak öyle yaşıyoruz. 

Dün gece içimde bir müddettir deli gibi hissedip de kelimelere dökemediğim o iki sözcüğü dillendirdim. Bir cevap beklediğimden, aynı sözcükleri ondan duymak istediğimden değil. Gerçi duydum ve mutlu oldum ama, duymasam da bana beni sevdiğini söylemese de ben içimdeki hisle mutluydum. 

Gecenin geç vakitlerinde sigaralarımızı içerken konu geçmişe geldi bir şekilde. "Ben" dedi, "geçmişime boşuna üzülmüşüm. Değmeyecek insanlar için boşuna gözyaşı dökmüşüm. Seninle kısa zamanda yaşadıklarımı, tattığım huzuru o insanlarla yıllarca yaşamadım." O an, kendimi düşündüm. Tek taraflı veya karşılıklı yaşadığım ilişkilerde hala hatırımda kalan mutluluk sahneleri vardı. Hepsinin farklı bir lezzeti, güzelliği vardı. Kimi beni yıllarca aptal aşık konumuna düşüren, hayatımı mahvedecek kararlar almama sebep olan insanlardı. Kimini ben terk ettim, kiminde terk edildim. Ama geçmişimdeki hiçbir insanın omzuna başımı yaslayıp huzur içinde gözlerimi kapatamamıştım. Her zaman güçlü, kendine güvenen, ayakta durandım ben. Zayıf olmaktan korkan insan. Oysa şimdi gülüşü güzel sevgilimin yanında her şeyimle benim. Acılarım, zayıflığım, dertlerimle. Ona kendimi her halimle açabilecek kadar huzur doluyum. 

Bunu ona anlatamadım dün gece. Kelimelere düzgün dökememekten, yanlış anlaşılmaktan korktum. Akşam evine gittiğinde merak edip açacak blogumu. Okuyacak, şaşıracak. Hissettiğim kadar yoğun olmayacak belki bu satırlardan anladıkları ama olsun, onu sevdiğimi biliyor. 
Onu gerçekten sevdiğimi biliyor.. 


Gelecekteki Sena'ya Not

İnsan geçmişi düşününce neden hep mutsuz olduğu zamanları hatırlar?  Kötü günlerinin daha fazla olmasından mıdır yoksa mutsuzluk kişiyi daha derinden mi etkiler? Mutluluk yüzündeki gülümsemeden ibaret midir çabucak unutulabilen? Kalbinde hissettiklerine karşı neden bu kadar vefasız olur bilincin, silip süpürür tüm güzel anıları?

Gelecekte bu günlerimi düşündüğümde aklıma ne gelecek? Mutluluğumu hatırlayacak mıyım acaba? Neler yaşayacağını, hayatın insana neler getireceğini kimse tahmin edemez elbet. Fakat ben bu günlerimi unutma ihtimali yüksek bilincime buradan not göndermek istiyorum. 

Bir gün blogu açıp tekrar okuyacak olan sevgili ben (okuyacağım eminim) ;  şuan hayatımda olan insan bana huzur veriyor. Bana karşı samimi, ilgili.. Ve belkide en önemlisi beni değiştirmeye çalışmıyor. 


Belki ileride üzüleceğiz, belki herşey çok farklı gelişecek ama şu zor günlerimde bana verdiği desteği, mutluluğu, sevinci ve heyecanı unutma olur mu? 

Bakışlarındaki masumiyeti, ellerinin sıcaklığını, evimde hatıra bıraktığı kokuyu.. Yokluğunda yastığına nasıl sarıldığımı hatırla.

Hala aynı sarı koltuklarını kullanıyorsan unutma, üçlünün sağ köşesi onundu, bende uzanırdım dizlerine. İzlediğimiz filmler saçma gelirdi, dikkatimizi filme veremediğimizden değil ama, film saçma işte boşver gerisini. 


Yatağın sağ tarafı onun, yastığı da kalın olanlardan. Kahvesini evde bulundurmayı da unutma. Sen sevmiyorsun biliyorum ama o seviyor işte üçü bir arada kahveyi. Arada dolapta görürsen hatırla, gülümse. Fincanını da kırayım deme sakın. Verme çoluk çocuğun eline filan, başına birşey gelirse bozuşuruz şimdiden söyleyeyim!

Bundan günleri haftalar, aylar, yıllar sonra bitebilir. Hayat bu, neler yaşayacağını bilemezsin. Ama eğer onu sen üzdüysen, özür dilemeyi unutma. Üzülen taraf isen affetmeyi bil. Sana tatttırdığı huzurun hatrına..

Gelecekteki ben; bu yazı bu blogda kalacak, silmeyeceğim ne yaşarsam yaşayayım. Bu insan da senin kalbinde, güzel hatıralarıyla yaşayacak. Anlaştık mı?

Bazen dünyada adil olabiliyormuş..



Bir müddettir beni yoran bir sürecin içindeydim biliyorsunuz. İnsan böyle bir hastalık yaşadığı için mutlu olurmuymuş, olurmuş. 
Hayata olan inancımı kaybetmek üzereydim ama hastalığım doktorlarımı da şaşırtacak şekilde iyi çıktı. Ailem ve çevrem bana olan destekleriyle gerçekten beni sevdiklerini gösterdiler. Sevgilerinin sadece çıkarlarına bağlı olduğunu düşündüğüm insanlar benimle ağladı, benimle güldü. Hiç beklemediğim kadar telefon geldi, ziyaretçilerim hemşireler tarafından kovulacak kadar çoktu. Eskiden başıma bir şey gelse tek başıma göğüslemek zorunda kalacağımı düşünür üzülürdüm. Oysa bu hastalık bana yalnız olmadığımı gösterdi. 

Ve sonrası.. Mutluluk sebebim sadece çevremin ilgisi ve sevgisi değil.. Bana yaşadığımı hissettiren, içimi kıpır kıpır eden biri girdi hayatıma. Ondan saatlerce bahsedebilirim ama korkuyorum nazar değdireceksiniz diye :) 

Merak eden tüm blogdaşlarım, sizlere de çok teşekkür ederim. İyiyim, hemde çok iyiyim.. Umarım sizlerde benim kadar mutlusunuzdur..

Hastane Odasından Sevgiler

Uzun zamandır tedavi sürecinde olduğum için bloga uğrayamamıştım. Tedavim henüz bitmiş değil. Ameliyat oldum, korktuklarım gerçekleşmedi, yani kanser değilmişim :)
Birkaç gün içerisinde evime dönmüş olacağım. Tüm blog arkadaşlarımı çok özledim. Yazılarınızı okumak için sabırsızlanıyorum.
Sevgiyle kalın :)
Dipnot: Hayat güzelmiş be ya :D

Hayatım Dram Vol.1



Bundan 15 gün önce nasıl olduğumu sorsaydınız size vereceğim cevap "muhteşem" olurdu. 
Fakat üst üste öyle şeyler yaşadım ve şuanda öyle kötü bir durumdayım ki hayatımın bundan daha kötü olabileceğinden emin değilim. 

15 gün önce hayatımda Aslı'dan sonra beni mutlu edebilen bir insan vardı. Kısa süreli ilişkinin bana getirdiği en iyi şey "aslı unutulabilirmiş." düşüncesi oldu. Yani bu bir saplantı değilmiş ve onsuz da olabiliyormuşum dedim. İlişkinin bittiği gün aslı trafik kazası yaptı. Hiçbir zaman iyi bir sürücü olmadığı ve emniyet kemerini takma zahmetine girmediği için kolu kırılmıştı. Kazadan sonra onunla ilgilenmek bana düştü her zamanki gibi. Yeri geldi kendi ellerimle yemeğini yedirdim. Eviyle ve çocuğuyla ilgilendim. Nazını çektim. 

Ardından ben bir rahatsızlık geçirdim, önce iki gün üst üste tansiyonum düştü, sonra karın bölgemde aşırı bir şişlik hissetmeye başladım. Doktorlardan nefret eden ve hastaneye gitme özürlü biri olarak basit bir mide rahatsızlığıdır diye eş-dost tavsiyesi ilaçlarla kendi kendimi tedavi etme sürecine girdim. Fakat bir türlü sonuç vermiyor, üstüne üstlük karnımın sağ bölgesinde acı hissetmeye başlıyordum.

Cuma akşamı aramızın hiç de iyi olmadığı abim, babamdan rahatsız olduğumu öğrenmiş. Kendi uzmanlık alanı olmasa da beni arayıp sorunu anlamaya çalıştı. Şikayetlerimi dinleyince yarın ilk iş doktora gidiyorsun dedi. Doktorlar ve ben. Tabiki ben tembellik yapıp cumartesi sabah biraz da doktor korkusuyla kendimi daha iyi hissettiğimden direk işe gittim. Fakat abim tekrar arayıp hala doktora gitmemiş olduğum için kızdığından şansımı deneyeyim diyerek randevu aldım. Sonuçta yıllardır doğru düzgün iletişimimiz olmayan biri beni merak ediyordu ve buda gururumu okşadı.

Velhasıl gastroentroloji servisinde başlayan doktor serüvenim benim için çok acı gerçeklerle yüzleşme vesilesi oldu. Karın bölgemin bir tarafı olduğu gibi bir kist tarafından işgal edilmiş ve her an daha da büyümekteymiş. Ve kistin kaynağı sol yumurtalıklarımmış. Düşünün yumurtalıklarımda başlayıp diyaframıma kadar uzanmış bir kistle yaşamaktaymışım. Böyle bir haberi tek başına almak nasıl bir duygudur tahmin edebilir misiniz?

Hastaneden o hızla çıktım. Kistin iyi huylu mu yoksa kötü huylu mu olduğunu anlamak için verilen tahlili bile yaptırmadım. Arabaya kadar sabrettim ağlamamak için, sonra gözlerimden boşanan yaşlar üstümü ıslattı.

Kimseyi aramak istemedim, kimseyi üzmek istemedim. Sadece abime anlattım telefonda ağlamamaya çalışarak. Babamı düşündüm, basit bir ameliyat bile geçirecek olsam bu onu mahveder. Annemi sakinleştirmek mümkün olur mu bilmiyorum. Yanımda onlar olmadan ben bu süreci atlatabilir miyim, hiç bilmiyorum.

Dün eve geldiğim andan itibaren daha fazla düşünmemek için rastgele diziler izlemeye başladım. Tüm blogger arkadaşlarımın yazılarını okudum, geyik yorumlar yapmaya çalıştım psikolojimi düzeltebilmek için. Ama ne zaman kendimle başbaşa kalsam düşünceler beynimden ışık hızıyla geçiyor. Bunca senedir bir kere bile doktora gitmemiş, kontrol yaptırmamış olduğum için kendime kızıyorum. 

Ve aslı. Durumu ona mesajla bildirdikten sonra aradı, canın sıkılmasın diyor bana telefonda. Ama şuan kendisi bilmem nereye gezmeye gidiyor, ne zaman döneceği ise allahu alem. Üstüne üstlük birde evde unuttuğu valizini otobüse vermemi istiyor benden. Onun için yaptığım herşeye rağmen bu kadar rahat olması, bu kadar duygusuz, bu kadar sinir bozucu olması nasıl açıklanabilir ki..

Sevgili hanımefendi blogdaşlarım. Lütfen en az yılda birkez kontrol yaptırınız. Benim gibi 8 senede bir doktora gitmek marifet değilmiş, ben fena halde öğrenmiş bulunuyorum.

Sinemanın Karanlık Perdesinden: precious based on the novel push by sapphire

precious based on the novel push by sapphire

(acı bir hayat öyküsü)

Oscar ödüllü filmlerin pek takipçisi değilimdir. İzlemek için bir sonraki dönemin gelmesini beklerim genelde.
Precious için de böyle oldu. 82. Oscar Ödül Törenlerinde "en iyi uyarlama senaryo" ve "en iyi yardımcı kadın oyuncu" (Mo'nique) altın heykelciği alarak dikkat çekti film. Esasında 6 dalda adaylığı vardı. Sevimli başrol oyuncusu Gabourey Sidibe Akademi tarafından ödüllendirilmese de kalbimden bilumum ödülleri kanatlandırıp gönderdim ben kendisine.

Bu aralar üst üste haberlerde karşılaştığımız, suçu fatmagüllerde aradığımız tecavüz mağdurlarından Precious. (precious kelime manası olarak değerli demektir ve filmin ana karakterinin adıdır.)
Babası tarafından 3 yaşından beri tecavüze uğrayan, bu tecavüzler sonrası 2 kez hamile kalan, anne denilen şahıstan sürekli şiddet ve hakarete maruz bırakılan, şişman, aptal, umutsuz, 16 yaşında bir çocuktur.
Yaşadığı kötü anları hayal dünyasında gezintilere çıkarak unutmaya çalışır. Bu sayede film daha az bunaltıyor izlerken. Yoksa izlediklerimizin insanı kabız etmemesi mümkün değil.

Precious hamileliği sebebiyle okuldan atılınca öğretmeni onu alternatif bir okula yönlendirir. Burada Bayan Rain'in ilgisi ile hayata tutunur. Film hakkında pek detaya girmek istemiyorum. Aslında söylenebilecek o kadar çok şey var ki...

"Aman Tanrım. Lezbiyenler.
Yine de ben kalacak bir yer bulana dek beni ağırlayacak kadar nazikler.
Beni neredeyse tanımayan insanlar bana karşı annemden ve babamdan
neden daha nazik?
Kendimi güvende hissettim.
Annem homoseksüellerin kötü insanlar olduğunu söyler.
Anne, bana tecavüz edenler homoseksüeller değildi.
Ne oldun sen şimdi?
Yıllar boyunca beni sırada oturtup bana bir şey öğretmeyen homoseksüeller değil.
Harlem'de millete uyuşturucu satanlar homoseksüeller değil.
Oprah buna ne derdi merak ediyorum.
Elime tebeşiri verip beni ABC'nin kraliçesi yapan Bayan Rain."


Hava Güneşli Kıskanın Uleyn!


Bugün takip ettiğim bloggerların çoğu yağmurdan şikayet etmiş. Oysa biz güneşli, hafif esintili muhteşem bir İzmir günü yaşıyoruz. İçim cıvıl cıvıl oluyor böyle zamanlarda. İyi ki İzmirde yaşıyorum diye düşünmeden edemiyorum. 
İş çıkışı pasaportta, şöyle gün batımına karşı yasemin çayı mı içsek acaba? Ya da elmalı nargilelerimizle demlenirken tavla mı oynasak?
Var mı eşlik etmek isteyen?

Melihat Gülses, Hüznüme Sevda Katan Kadın

Bir insanın sadece ses tonuna aşık olabilir misiniz? Ah o ses tonu Melihat Gülses hanımefendiye aitse bu kesinlikle  mümkündür. En azından benim için öyle. Klasik Türk Musikisinin insanı cezbeden müthiş atmosferi içerisinde bu güzel ses, bu muhteşem yorumun yeri her zaman başkadır. 

Onun sesinden dinlediğim şarkılar sürükler beni bu diyarlardan, hayal alemlerinde kayboluveririm. Binbir çeşit duyguyu tek bir vurguyla hissettirebilir size ve eğer Melihat Gülses dinliyorsanız hüzün yanı başınızda oturuyor demektir.

Hani bir gün tanışma imkanı olsa, yanından ayrılabilir miyim bilmiyorum. Hatta konuşmakta aciz olacağımdan da eminim. O söylesin ben dinleyeyim, mest olayım, sesinde kaybolayım isterim. 

Bir de siz dinleyin;

Günaydınım, Narçiçeğim, Sevdiğim
Beste: Cinuçen Tanrıkorur 
Güfte: Feyzi HalıcıMakam: Kürdilihicazkar


".."

İmla kurallarını öğrenmeye başladığım yıllardan beri noktalama işaretleri ile aramı iyi tutmaya çalıştım. Özen gösterdim virgülü doğru yere koymaya. Ünlem önemliydi benim için. Açıklamalarımdaysa  bariz iki nokta üst üste biniveriyordu. Çok soru sormazdım ama soru işareti ile biten cümlelerimi cevaplamak zor gelirdi insanlara. Ve bir de noktalı virgülün tipine hastaydım ben, var mı bunun ötesi?

Bir tek noktayı her zaman doğru şekilde koyamıyordum cümlelerinmin sonuna. Esasında bazı cümlelere nokta koymak zor geliyordu. Üç nokta ile sonlandırılabilecek cümleler de değildi onlar benim için, bende iki noktayı  yan yana koymayı seçtim.

Hayatta da böyleydi hep, tamamen sonlandıramıyor ya da uzatacak gücü bulamıyordum yaşadıklarımda. Ve sanki herşey sürüncemede kalıyordu.

Mimli Oldum :)

Karamel beni mimlenmişler alemine katalı neredeyse 1 hafta olmuş ama o süreçte ben hayal aleminde turladığımdan farketmemişim. Döndüm dünyaya, günlerdir okumadığım yazıları okudum, sıra geldi cevaplamaya.

Efenim ilk mimimin böyle sevdiğin çiçek, böcek, şarkı gibi şeyler olacağını düşünürdüm hep. Lakin unutmaya çalıştığımız anları hatırlatmak istemiş bize Karamel.

Hayatınızda en utandığınız an konusunda düşünün ve bizimle paylaşın.
Neyin beni daha çok utandırdığına karar vermem gerçekten uzun sürdü. Kötü anılarımı hafızamın unutulacaklar kısmından tek tek çıkartmam gerekti. Bir kısmını çıkartmamak içinse elimden geleni yaptım. Sanırım beni hala en çok utandıran an ortaokul yıllarımda gerçekleşti. İlk içki denememdi, sonrasında bir daha içmedim zaten. Üç genç kız bir arkadaşın evinde toplanmış ucuz bir viskiyle ergenliğe girişimizi kutluyorduk. Bir bardak sonra bir bardak daha derken alışkın olmayan bünye kendini saldı. Arkadaşlarımın da benden iyi durumda olduğu söylenemezdi. Gecenin devamında tam olarak ne olduğunu hatırlamıyorum ama bir ara balkonda biriyle samimiyeti ilerletmiş bir haldeyken aşağıdan adımın söylendiğini duydum. Ablam sokakta beni almaya geldiğini söylemeye çalışıyordu ama gördüğü manzara karşısında sesi pek de çıkamamıştı. Uzun bir müddet göz göze gelemedim, hala da çeşitli imalarda bulunur ve ben yerin dibine geçerim.

Şimdiki aklın olsa yine utanır mıydın?
60 yaşıma da gelsem ablamın beni o halde görmesinden utanırım sanırım.

O olayı avantaja çevirebilme pratikliğin olsaydı ne yapardın?
Avantaj, yok kardeşim o kadar pratik ve zeki değilim.


Bu mim için Karamele teşekkür ediyor, kötü günleriyle yüzleşme cesareti olan tüm arkadaşlarıma havale ediyorum.

Karikatürümsü

Bende bugün windowsu açmış  bişeyler bakıyordum ki birkaç karikatüre rastladım. Paylaşayım dedim.
 
Son olarak "Lizzy Rhe Lezzy"
 

Aranıyor


Her yeni blog keşfimde, eğer blog sahibi bayansa acaba diyorum? Acaba o da benden midir? Özellikle aranıyorum yazdıklarında lakin daha bulabilmiş değilim. Hadi reel dünyada görünmezlik zırhına bürünüyoruz da bari sanal dünyada yer alsak da birbirimizi anlayabilsek ne olurdu?
Çok şey mi istiyorum;
1. Bayan
2. Eşcinsel
3. Blog Yazarı

Yabancı blogları takip etmekten ingilizcemi oldukça geliştirdim, işte bu da bana eşcinselliğimin tek faydasıdır.
Onun için delirmekten kendimi alamıyorum. Bu saplantıdan kurtulamıyorum. Kendimi tamamen berbat hissediyorum şuan. Tüm yaşadıklarımıza, tüm dostluğumuza rağmen her yönü ile beni takatsiz bırakabiliyor. Gecenin bir vakti ziyaretime gelip dizlerimde uzanıp, hiçbir şey hissetmeden gidebiliyor. Oysa ben onu düşünmeden bir saniye bile geçiremeyeceğim yine. Rüyalarımda bile o olacak. Yanımda geçirdiği her saniyede kendimi nasıl tuttuğumu, ona sarılmamak, omzunda ağlamamak, onu çok sevdiğimi söylememek için neler düşündüğümü tahmin edemez kimse. İnsanın içindeki ateşin bu kadar güçsüz bırakabileceğini tahmin edemezdim. 

Bayramınız Kutlu Olsun


Yoktur öyle anlatılası bayram anılarım filan. Biz küçükken bayramlar öyle çok da matah günler değildi. Aile büyükleri pek cimri, bayram harçlığı filan kim kaybetmiş ki biz bulalım. Babam verirdi arada ama bize değil, kuzenlerime. Onların durumu iyi değil diye sadece onlara veriyorum derdi. Hakkını yemeyeyim, hayatımda bir kez bayram harçlığı almıştım, onu da rahmetli amcam vermişti.

Bayram demek ekstra yorulmak demekti. Sürekli gelen giden, pek tanımadığı için acaip sorular soran bir dolu insan vs. Ders çalışmaktan nefret ettiğim halde bayram günü çalışasım gelirdi işten kaytarmak için. 

Şimdi de bayram çok çekici gelmiyor çünkü bayram sabahı gözyaşları ile başlayacak biliyorum. Yakın zamanda kaybettiğimiz amcam için ağlayacak herkes. Ben ağlayamam, ağlamak kabiliyet gerektirir ama bende o kabiliyet yok. Bu bayram üzerimizde kara bulutlar ile bayramlaşıyor gibi yapacağız. Gözgöze gelmemek için sağa sola bakınacağız. Eski bayramların tek güzel yanını, amcamın varlığını konuşacağız bol bol. Kıymetimi bilmediğimiz o günleri anacağız.

Yarın bu sahte bayramı kutlamak için gidiyorum memlekete. Şimdiden yanıma birsürü bozuk para aldım, harçlık dağıtacağım çocuklara. Mutlu olun diyeceğim, bu yaşınızda mutlu olun. Hayat sizi kaygılandırmıyorken, kendi adınıza kararlar almak zorunda değilken, sevdiklerinizle geçirebildiğiniz her anın tadını çıkarın.

Size de sevdiklerinizle mutlu bayramlar..

Bana Yeni Bir Ben Lazım

Saplantılı Aslı aşkımdan vazgeçebilmek için başvurduğum yollar beni ona daha da çok  bağlıyor. Bilmiyorum, belkide tanıştığım her kadında onun özelliklerini arıyorum. Onun gibi bakabilmesini, onun gibi bana neşe kaynağı olabilmesini, bana muhtaç olduğu günlerdeki sevimliliğini..

Kiminle konuşmaya başlasam saçma sapan sorularla boğuyorum. Benden kaçmalarını sağlamaya çalışıyor belkide bilinçaltım.  Bu yüzden hiçbir mesafe kaydedemedim yalnızlığımı aşmak konusunda. 

Erkekler boşuna demiyor "kadın milletini anlamak mümkün değil" diye. Bende anlayamıyorum hemcinslerimi. Velhasıl geçen gün bir müddettir arada yazıştığım bir bayanla buluştuk. İçkiyi sevmediğimden yazışırken bahsetmiştim ama o buluştuğumuz yere geldiğinde neredeyse sarhoştu. Ki o derece sarhoş olabilmek için oldukça erken bir saatti. Oturduğumuz dakikadan itibaren dert yanmaya başladı. Ben iyi bir dinleyici olduğumu düşünüyordum onunla tanışına kadar. Hayatta ne varsa hepsinden şikayetçiydi, garsondan, güneşten, sıcaktan, soğuktan, ailesinden, arkadaşlarından vs vs.. O kadar hayattan bıkkın bir hali vardı ki beni de baymak üzereydi. Fazla dayanamadım , kalkalım dedim. Arabayla onu evine bırakmayı teklif etme gafletinde bulundum duymadığım laf kalmadı. Meğer kafasında çoktan bizi bir çift olarak kurgulamış ve evime gelmeyi planlamışmış. 

Oysa yazışırken çok farklıydı, sakin, entellektüel, hayat dolu ve ciddi. Onu bu hale sarhoş olması mı getirdi yoksa gerçek hali bu da internet ortamında kendini farklı göstermeye mi çalışıyordu bilmiyorum. Ama umarım sarhoş olduğu içindir. Biraz önce mesaj atmış, konuşmak istediğini söylemiş. Emin değilim, acaba ona ikinci şans vermeli miyim?

Düğünlerde somurtan cenazelerde sırıtan kendime bir alkış talep ediyorum!

Bir Dal Sigaran Varmı Abla?

Siz hiç uykudan sigara içmek isteyerek uyandınız mı? Ben akşam keyfimden sigara sayıklayarak uyandım.
Uyumadan önce içtiğim paketin bittiğini hatırlayıp zulada bir dolu paket var diye sekerekten aramaya başladım.
Muhtelif çekmece ve dolapları karıştırdıktan sonra zulada hatırladığım son paketin uyumadan önce bitirdiğim paket olduğunu hatırladım. Gecenin ikisinde çevrede açık market yoktur diye arabanın anahtarını aramaya başladım. Anahtarı bulamayınca akşam evden çıkmayı düşünmediğim için arabayı rica eden bir arkadaşa verdiğimi ve onunda yarın öğleden sonra geri bırakacağını hatırladım. Sonra saatime tekrar baktım, bu saatte sokağa çıkmaya cesaretimin olmadığını hatırladım. Baktım olmayacak, blogu açtım. Bir zamanlar sigarayı bırakma kararı verdiğimi hatırladım. Tekrar deneyeceğim bakalım. Arasıra sigarayı bırakmaya karar verdiğimi hatırlamalıyım..

Üstteki resim; Audrey Hepburn, ne güzel de sigara içermiş..

Bu gecenin filmi:
Romance & Cigarette (Aşk ve Sigara)
Ne zamandır erteliyordum bu müzikal filmi izlemeyi. Bugece şansımı zorlayacağım bakalım.
Film hakkında bilgi vermek gerekirse;
John Turturro’nun yönettiği ve James Gandolfini, Susan Sarandon, Kate Winslet ile John Turturro’nun oynadığı film ‘Aşk ve Sigara’, cinsellik ve ölüm üzerine yapılmış büyülü bir masal.
2005 yılı Venedik Film Festivali’nde, Altın Aslan’a aday gösterilen filmin yürütücü yapımcılığını üstlenen Joel ve Ethan Coen, bu projede yer aldıkları için büyük onur duyduklarını belirtiyorlar. “Aşk ve Sigara” günümüz Amerikası’nda geçen bir “işçi sınıfı operası” ve tutkulu bir komedi. Bir erkeğin sadakatsizlik ve sadakatsizliğin bedelini ödeme üzerine yaptığı yolculuğu anlatan filmde, James Gandolfini karşımıza filmin baş kahramanı Nick Murder olarak çıkıyor.
FİLMİN ÖYKÜSÜ

Orta yaş krizi eşiğindeki Nick, kızıl saçlı Tula (Kate Winslet) için büyük bir tutku beslemektedir. Uzun yıllar Nick’in karısı olan Kitty (Susan Sarandon) için ise bu ihanet bardağı taşıran son damla olmuştur.
Kocasına karşı inancını kaybeden Kitty, nefretten dolayı hissettiği yırtıcı duygulara kendi bile şaşırmaktadır. Nick ise sonunda ailesini içine sürüklediği acıyı anlayacaktır. Karısının sahip olduğu aşk ve saygınlığın değerini zamanla keşfedecektir.


Saçmalamalar


Arada bir birilerinin bana saçmalamayı bırak demesi lazım. Düşünmeden konuştuğum zamanlar masanın altından tekmeleyip gözlerini çıkarırcasına bakması, beni durdurması lazım. 
Nerden estiyse bugün önümüzdeki hafta için 10 kişilik misafir davet ettim! Manyak mıyım, neyim? Düşünmeye başladığım an yaptığımın bir saçmalık olduğunu fark ettim ama artık çok geçti. Neredeyse hiç tanımadığım insanları iftara davet ettim yaa. Hem de öyle 2 çeşit yemek olsun da gerisi önemli değil diyecek kimseler bile değiller. Şimdiden stresi sardı, ne yapıcam, ne yediricem, nerede yediricem.. Ya benim evimde 2 kişinin zor sığdığı bir mutfak masasından başka bir yerim yok ki.. Tabağım, kaşığım, çatalım yeter mi onu bile bilmiyorum. Neden birden böyle coşup cömertleşip saçma kararlar alıyorum bilmem ki.. 
Allah yardım ede de rezil olmadan çıksam işin içinden.
Bu haftayı portakal ağacı başta olmak üzere bilumum yemek bloglarında geçireceğim sanırım. Hadi hayırlısı..

Rüyalar Ülkesi: Amerika


Hollywood filmlerinin muhteşem çekiciliği Amerikayı rüyalar ülkesi yapıyor çoğumuz için. Normalde yurt dışında yaşamaya karşı biri olsam da geçen hafta acaba bende gidebilir miyim diye düşündüm. Gideceğim yeri bile kafam da netleştirdim; Los Angeles.
Neden mi? Çünkü L.A. eşcinselliğin en rahat yaşandığı şehirlerden biri olarak biliniyor ve bende artık kimlik bunalımlarına girmek istemiyorum.
Ötekileştirildiğimiz bir toplumda yaşamaya çalışıyoruz. Mutlu olmak için kapalı kapılar ardında olmamız gerekiyor. Ya da biz kendimizi buna zorluyoruz. Ve sayıca o kadar azız ki, varlığımızı kendimiz bile hissedemiyoruz. 

Yurt dışında yaşamaktan korkmasam, orada yalnızlığımın daha da depreşeceğini bilmesem ilk fırsatta hayallerime ulaşmak için elimden geleni yapardım. Ama kendim için savaşacak gücüm yok. Tamamıyla yeni bir hayat kurabilecek kadar cesur değilim.

Facebook ile Hayat Bulan İnsanlar


Sürekli facebookta takılıp, hayatı hakkında anlık bilgiler veren, acaip anketler dolduran, komik olduğunu düşündüğü videoları mutlaka izlemelisiniz diyerek yayınlayan ve son zamanlarda da bolca siyasi görüşünü empoze etmeye çalışan facebook arkadaşlarım; reel dünyada karşıma çıktığınızda "bütün gün bilgisayar başında sıkılmıyor musun?" diyerek acınası olduğumu düşünüyorsunuz ya, içimden size kallavi bir küfür savurmak geçiyor.